tag:blogger.com,1999:blog-90671740604350759262024-03-13T23:51:32.928+00:00Sağlık HaberSağlık haberleriUnknownnoreply@blogger.comBlogger654125tag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-87584223643356293152014-01-27T00:50:00.001+00:002014-01-27T00:50:18.272+00:00Diyabetten korunmak için<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLtLk-SAS3Cu5a1wayNm_3spJhsiu7VEKj801oe8ZYsayG1s_9it2gh4HGfQI67eWdveIFtAoTahIbFXLBVbye7xGPB1N9Kbv7URVfboOtODfzYNM3fV71ad6jNdPDZChMVxPxAp-vEBQy/s320/a.jpg" /></a>Diyabet ülkemizde ve tüm dünyada hızla artmaktadır. Bilinen rakamlarla Türkiye’de %14 olan diyabet hastalığı ölüm nedenleri arasında da 6. sırada. <br />
<br />
Sağlıklı bir beslenme planı ve egzersiz diyabet riskini %60 azaltabilmektedir.<br />
<br />
<b>Fazla kiloları atın</b><br />
Yağ kitleniz ne kadar fazlaysa insulin direnciniz de o oranda etkilenmektedir. Obezite diyabet oluşumda oldukça etkili, ideal kiloda olmanız diyabet riskini %70 azaltmaktadır.<br />
<br />
<b>Bol lifli beslenin</b><br />
Lif oranı yüksek besinlerin tüketimi kan şekerinizi dengelediğinden diyabet oluşum riskini azaltır. Öğünlerde sebze veya salata, ara öğünlerde meyve veya kuruyemiş, beyaz ekmek yerine tam buğday ekmeği, pilav, makarna yerine bulgur pilavı tüketimi lif ihtiyacınızı karşılar.<br />
<br />
<b>Sigaradan uzak durun </b><br />
Gün içerisinde 15’den fazla sigara tüketimi diyabet oluşum riskini 2 kat artırmaktadır.<br />
<br />
Alkol tüketiyorsanız miktarını ve sıklığını azaltın<br />
Alkol pankreası yoran ve dolayısıyla insulin direncini etkileyen bir içecek. Tüketim miktarına ve sıklığına göre diyabet riskini artırır.<br />
<br />
<b>Sık sık beslenin</b><br />
Günde sadece 2-3 öğün tüketerek kan şekerinizi daha da düzensizleştirirsiniz. Bu nedenle 2-3 saatte bir öğün yapmak hem şekerinizi düzenler, hem kilo almanızı önler, hem de metabolizmanızı çalıştırır.<br />
<br />
<b>Basit karbonhidratlardan uzak durun</b><br />
İçerisinde beyaz un ve sofra şekeri bulunan ürünler, beyaz pirinç kan şekeriniz için düşman besinler. Yerine tam tahıllı ürünler, bulgur, kepekli pirinç tercih edebilirsiniz.<br />
<br />
<b>Hergün egzersiz yapın</b><br />
Egzersiz hem kilo kaybınızı hızlandıracak hem de kan şekerinizi dengeleyeyip insulin direncini kontrol altına alacak. Her gün en az yarım saat yürüyüş yapmaya çalışın. Yapılan bir çalışma sonucuna göre kas kitlesinin artışı diyabet riskini azaltıyor.<br />
<br />
<b>Düzenli kan şekerinizi ölçtürün</b><br />
Ortalama 6 ayda bir açlık kan şekeri, HbA1C, HOMA-IR seviyenizi ölçtürmeniz önemli. Hiperglisemi, hipoglisemi ve insulin direnci artık sıklıkla görülen rahatsızlıklar. Erken teşhis ve ona uygun bir beslenme planı ileride yaşanabilecek diğer rahatsızlıkları önlemek için gerekli.<br />
<br />
Diyetisyen Özlem Sert Aydın<br />
www.ozlemsert.comUnknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-55824720471973725962014-01-27T00:43:00.002+00:002014-01-27T00:43:46.231+00:00Gripten korunmak için 3 öneri<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7aKYa-AhKJVGD3lxB2nKApmtBDd30mBy9PE-9Go66ZRCb6LsGjT7crCOk0dxGa_xwbe-i-m2_qhyphenhyphenzoykp3Dm0iKdHmh9C3Qfmx9v1T9n2mDbqwpOlgNnaGj2NrjRDrbRK-PPslxzKYxXy/s320/a.jpg" /></a>Dengeli beslenme, düzenli spor ve hijyen kurallarına dikkat edilerek gribal enfeksiyonlara yol açan virüslerden yüksek oranda korunulabileceği bildirildi.<br />
<br />
Türk Hastane İnfeksiyonları ve Kontrolü Derneği Başkanı ve Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Bakır, AA muhabirine yaptığı açıklamada, gribin yüksek ateş, yorgunluk hissi, kuru öksürük, burun akıntısı, baş, boğaz ve kas ağrılarıyla kendini gösterdiğini belirtti.<br />
<br />
Bu yıl yaygın olarak görülen "H3N2" virüsünü de bu kapsamda değerlendirdiklerini dile getiren Bakır, bu nedenle geçen aylarda risk gruplarına grip aşısı yaptırmaları yönünde tavsiyelerde bulunduklarını söyledi.<br />
<br />
Prof. Dr. Mehmet Bakır, gripten korunmak için 3 önemli hususa işaret ederek, "Dengeli beslenme, düzenli spor ve hijyen kurallarına dikkat ederek gribal enfeksiyonlara yol açan virüslerden yüksek oranda korunabiliriz" dedi.<br />
<br />
Grip vakalarında hastalara daha hızlı iyileşmeleri için dinlenmelerini tavsiye eden Bakır, şunları kaydetti:<br />
<br />
"Diğer viral enfeksiyonlarda olduğu gibi H3N2 virüsüne karşı da antibiyotik kullanılmamalı. Antibiyotiğin tedaviye etkisi yok. Sadece komplikasyon gelişirse antibiyotik tedavisi uyguluyoruz. Antibiyotik yerine destek tedavisi yapılmasını, ateş düşürücü, ağrı kesici alınmasını ve istirahat edilmesini öneriyoruz. Virüse yakalananlara ortalama 3-5 gün istirahat tavsiye ediyoruz. Böylelikle hem çabuk iyileşecekler hem de virüsü daha fazla kişiye bulaştırmayacaklar. Virüsün aktif olduğu dönemin istirahatle geçirilmesi vücudun kendisini hızlı bir şekilde toparlaması için çok önemli." (AA)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-29705901488947902012014-01-27T00:41:00.001+00:002014-01-27T00:41:14.371+00:0060 yaş üzeri için tansiyon sınırı değişti<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIT2-KgGqQVm9OkuD_26ayl4vEjDJO12LQtpypeyh7IkygjkuZXWAJyHVHFHtmVLmaUzVcNj3vvShJznAjD0MNn0UYFpmvdAtnWwlAS-5Ty8eSvvA8ZxLb6s3V8nekY0YiB1Dm4l7GVluh/s320/a.jpg" /></a>Hipertansiyon olarak bilinen kan basıncı yüksekliğinde esas alınan büyük tansiyonda 140, küçük tansiyonda 90 sınırı, 60 yaş üzeri kişiler için yeniden belirlendi.<br />
<br />
Hipertansiyon olarak bilinen kan basıncı yüksekliğinde esas alınan büyük tansiyonda 140, küçük tansiyonda 90 sınırı, 60 yaş üzeri kişiler için yeniden belirlendi.<br />
<br />
Hipertansiyon konusunda uzmanların yol haritası olarak gördüğü Birleşik Ulusal Komite 8'in (JNC 8) son raporuna göre, 60 yaş üzerindeki bireyler için büyük tansiyonda 150, küçük tansiyonda 90 değerlerinin üstü tehlikeli olarak kabul edilecek ve kan basıncı bu değerler üzerinde olan kişilere tedavi verilecek.<br />
<br />
Gazi Üniversitesi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Kadriye Altok, hipertansiyon ya da kan basıncı yüksekliğinin erişkin nüfusta, kan basıncı ölçüm değerinin büyük tansiyonda 140, küçük tansiyonda 90 mm Hg'nin üzerinde olması anlamına geldiğini belirterek, Türkiye'de erişkin nüfus değerlendirildiğinde, yaklaşık her 10 kişiden 3'ünün hipertansiyon hastası olduğunu bildirdi.<br />
<br />
Doktorların kendilerine kılavuz olarak gördüğü JNC 8 raporu ile ileri yaştaki bireylerde kan basıncının üst limitinin değiştiğini anlatan Altok, 60 yaş üzerindeki kişilerde kan basıncının daha genç yaştakilere oranla yüksekliğinin tercih edilen bir durum olduğunu, hipertansiyonu bulunan ileri yaştaki bireylerde kan basıncını fazla düşürmenin riskli olabileceğini ifade etti.<br />
<br />
Kan basıncının özellikle ileri yaştaki bireylerde fazla düşürülmesinin kalp, beyin, böbrekler gibi hayati organların kanlanmasına, dolayısıyla beslenmesini bozabileceğine işaret eden Altok, ''60 yaşın üstündeki bireylerde kan basıncı 150 / 90 mm Hg'nın üzerine çıkmadıkça tedavi önerilmemektedir. Daha yüksek değerlerde uygun tedavi seçenekleri kullanılmalı, hedef organ hasarı ve tedavinin etkinliği yönünden hastalar düzenli olarak izlenmelidir'' dedi. (AA)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-7706590485211973682014-01-27T00:38:00.001+00:002014-01-27T00:38:33.362+00:00Karnı ağrıyorsa bunu yapmayın<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijVl-lovD_jQAFi64H051f10Y4XGkG3QJg7aOianZBlE6JfNVn5OzUc2BDXI-25yOGAO-4pIHc8BLIjFeftbgjDuvaLh0sDGmS_ery8wxbFkUEhboeMG-uevyBspApSxCUGkvILW_J3MQ8/s320/a.jpg" /></a>Çocuklarda nedeni bilinmeyen karın ağrısını önlemek için kullanılan ağrı kesicilerin apandisit teşhisini zorlaştırdığı ve apandisitin fark edilmeden patlamasına neden olabileceği bildirildi.<br />
<br />
Giresun Üniversitesi (GRÜ) Tıp Fakültesi Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Kadir Öymen Hançerlioğulları, çocuklarda karın ağrısının çok önemli olduğunu söyledi.<br />
<br />
Ailelerin normal bir karın ağrısına genellikle "aman bir şey olmaz, ağrı kesici verelim geçsin" gibi yaklaşımlarının olduğuna dikkati çeken Hançerlioğulları, "Çünkü herkesin evi eczane deposu gibi. En küçük bir baş ağrısında, en küçük bir gribal enfeksiyonda, karın ağrısında herkes kendi yöntemlerince kimseye danışmadan ilaç kullanıyor ve bunların çok ciddi sonuçları olabiliyor" dedi.<br />
<br />
<b>"AĞRININ ALTINDAKİ NEDEN BİLİNMELİ"</b><br />
Hançerlioğulları, karnı ağrıyan her çocuğa ağrı kesici verildiği müddetçe çok zor durumlarla karşılaştıklarını anlatarak, şöyle konuştu:<br />
<br />
"Her karın ağrısı tabi ki cerrahi değildir. Bu karın ağrısını kesmek en kolay yöntem ama bizim amacımız farklı. Karnı ağrıtan, altında yatan ne? Enfeksiyon mu var, bir apandisit mi var, bir patlamış apandisit mi, bunlar araştırılmadan verilen her ağrı kesici bize daha büyük sorunlarla gelebilmekte."<br />
<br />
"Çocuğun karnı ağrıyor, aile buna ağrı kesici veriyor, tamam ağrısı geçiyor ancak bir bakıyorsun apandisiti varmış" diyen Hançerlioğulları, "Karın ağrısı için kullanılan ağrı kesiciler farkında olunmadan apandisit ağrısını baskılıyor, geç teşhisten kaynaklı apandisit bir süre sonra patlıyor ve bu da ciddi sorunlara neden oluyor" ifadelerini kullandı.<br />
<br />
"KRONİK OLMAYAN KARIN AĞRISI MUAYENE ETTİRİLMELİ"<br />
Hançerlioğulları, çocuklarda kronik olmayan, bir anda gelişen karın ağrısı olduğunda ailelerin çocuklarını doktora götürmelerini önerdi. Kendileri için en önemli tetkikin elle yapılan muayene olduğunu vurgulayan Hançerlioğulları, "Elle muayene apandisiti ultrasondan da filmlerden de kan tahlilinden de çok daha önce yargılıyor. Yüzde 95 oranında elle muayenemizde apandisit olup olmadığını tespit edebiliyoruz" diye konuştu.<br />
<br />
Ailelere, karın ağrısında ister ishalle sonuçlansın ister enfeksiyona ister apandisite bağlı olsun ağrı kesici kullanmamalarını tavsiye eden Hançerlioğulları, "Ağrı kesiciyi doktora danışmadan kullanmayın. Bırakın doktor kontrol etsin" dedi. (Hürriyet)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-3329339674416895132014-01-22T10:17:00.003+00:002014-01-22T10:17:52.611+00:00Yemekten sonra neden uyumak isteriz?<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEglZteGDCSyg0T5383kUEGOkyNal_W3jlXnDPIh8iMXpfCCoZPM-QJG0HLl1h6oDjMKUpb-zMcYTUFTwm1heqmBhf20omNhyphenhyphenGfehl97oX2hX_GtgpS1ziNbg9haLTt9EEYIgg1Br0eGWAQn/s320/a.jpg" /></a>Yemek sonrasında, özellikle yağlı ve bol karbonhidratlı yani “ağır” olarak adlandırılan yemekleri yedikten sonra kendinizi yorgun mu hissediyorsunuz?<br />
<br />
Peki bunun nedenini merak ettiniz mi? Türkiye’nin online doktor randevu platformu Doktorburada.com, yemek sonrası uykunun nedenlerini araştırdı.<br />
<br />
Yemek sonrasında hemen herkes kendini yorgun hisseder, hatta uyumak ister. Özellikle büyük porsiyonlar tüketildikten sonra yorgunluk hissi daha da artar. Doktorburada.com konuyla ilgili yaptığı araştırmada, İç Hastalıkları ve Metabolik Hastalıklar Uzmanı Dr. Onur Yozbatıran'ın görüşlerini aldı. Dr. Yozbatıran; bu durumun sindirim süreciyle yakından ilişkili olduğunu ifade ediyor. <br />
<br />
Sindirim metabolizması yemek yendikten sonra sindirim için bol miktarda enerjiye ihtiyaç duyuyor. Yediğimiz porsiyon ne kadar büyükse o kadar fazla enerjiye ihtiyaç duyuyoruz. Harcanan bu enerji sonrasında duyulan yorgunluk bazen uyuklamalara bile neden oluyor.<br />
<br />
<b>Yediklerinizin içerikleri porsiyon miktarları kadar önemli!</b><br />
<br />
Porsiyon azaltmak uykunuzun gelmesini azaltabilir ama yalnızca ne kadar değil, ne yediğiniz de çok önemli. Çünkü yemek sonrası kan şekerinde görülen artışın hızı ve miktarı yenilen besinlere göre değişiklik gösterir. Karbonhidratlı besinler tüketildikten sonra kan şekerinde bir artış meydana gelir.<br />
<br />
Kanda bulunan şekerin bütün hücrelere girmesi pankreas bezinden salgılanan insülinin yardımıyla olur. İnsülin daha sonra triptofan aminoasidini üretir. Triptofan, serotonin hormonunun üretiminde de aktiftir. Serotonin hormonu da uykuyu tetikleyen, uykudan sorumlu olan hormondur. Çok fazla karbonhidrat içeren besinleri tükettiğinizde serotonin üretimi artar ve uyku halinde artışa, hatta uyuklamalara neden olur. <br />
<br />
İç Hastalıkları ve Metabolik Hastalıklar Uzmanı Dr. Onur Yozbatıran insülin salınımını artıracak şekilde beslenmemek gerektiğine dikkat çekerek “'İnsülin etkisiyle triptofan salınımında artış olur. İnsülin salınımı kan şekerinin yükselmesine cevap olarak gerçekleşir. Ne kadar karbonhidrat ağırlıklı beslenirsek kan şekeri o kadar hızlı yükselir ve insülin de hızlı cevap verir. Böylelikle triptofan salınımı da hızlı olur ve sonuçta bir uyku hali meydana gelir. Ani insülin yükselmesi aynı zamanda daha çabuk acıkmamızı da sağlar ki bu da hiç istemediğimiz bir diğer olumsuz etkidir. Yani beslenmemize dikkat ederek hem yemek sonrası uyku halinden hem de çabuk acıkmaktan korunabiliriz.”<br />
<br />
<b>Ne yemeli?</b><br />
Yemek yedikten sonra uykunuzun gelmesini istemiyorsanız bol karbonhidratlı besinlerin yerine tercih etmeniz gereken yiyecekler arasında sebze, kuru yemiş, balık ve tavuk gibi kan şekerini etkilemeyen yiyecekler ilk sırada geliyor. (Milliyet)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-74017825825911953452014-01-22T09:36:00.004+00:002014-01-22T09:36:54.784+00:00Gribe karşı bunu tüketin!<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgnRvWIenhKrGWij8YDkMasiFFtv_D6CMid3nU0JUmVWLL-42LvHVaZzHk4p3X7WYjvtGry3Nt0VwcZjn-HYr414Sxyg_g-vxlnSGB0YHB0JH4GDcc5-iJMmRkte7HOe0GvMctbTzrTp5S7/s320/a.jpg" /></a>Gribe karşı C vitamini bakımından zengin meyve ve sebzelerin yanı sıra fındık tüketilmesinin de bağışıklık sistemini güçlendireceği belirtildi.<br />
<br />
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Asım Örem, fındık, ceviz ve badem gibi sert kabuklu meyvelerin bağışıklık sistemini güçlendirerek insan sağlığına olumlu etkilerinin olduğu vurguladı.<br />
<br />
<b>FINDIKTAKİ E VİTAMİNİ DİRENCİ ARTIRIR</b><br />
Son zamanlarda grip vakalarının oldukça arttığını ifade eden Örem, şunları söyledi:<br />
<br />
"Fındık, ceviz ve badem gibi meyvelerin tüketiminin günlük diyetimizin vazgeçilmez bir parçası olması gerekir. Grip ve soğuk algınlığına karşı bu mevsimlerde C vitamini bakımından oldukça zengin portakal, mandalina gibi meyveler ile sebzeler bol miktarda tüketiliyor. Bunun yanında enerji veren özelliği ile E vitamini barındıran fındığın da tüketilmesi vücut direnci açısından fayda sağlıyacaktır. C vitamini barındıran ürünler ile birlikte fındık iyi bir takım savunması oluşturur. Böylelikle bağışıklık sistemi daha da güçlenir.”<br />
<br />
<b>GÜNLÜK 40-50 GRAM TÜKETİN</b><br />
Örem, fındığın bir çok özelliğinden dolayı sağlık açısından fayda sağladığını da belirterek, şöyle devam etti:<br />
<br />
"Fındıkta günlük tüketilecek toplam miktar yaklaşık 40-50 gram olmalı, aşırı tüketim kilo aldırabilir. Fındık ve benzeri ürünlerin tüketminin sağlıklı beslenmek için bir hayat tarzı olması gerekir. Fındıkta E vitaminin yanında bol bulunan kalsiyum, magnezyum, potasyum, folik asit ve diğer eser elementler, vücutta birçok faydalı etkilere neden oluyor. Yağ, protein, karbonhidrat, E vitamini, mineraller, diyabetik lifler ve anitoksidan fenoliklerin özel bileşimleri nedeniyle beslenme ve sağlık açısından fındık, kuruyemiş çeşitleri arasında önemli bir konuma sahip. Fındığın besleyici ve duyumsal özellikleri, onu gıda ürünleri için benzersiz ve ideal bir malzeme haline getirmektedir. Yüzde 60,5 oranında yağ içerdiği için fındık iyi birer enerji kaynaklarıdır." (Milliyet)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-83394823220290139172013-12-13T14:37:00.003+00:002013-12-13T14:37:51.740+00:00Karı seyretmek insanı rahatlatıyor<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhOljSoOPENcaOte9GcIPr5mZ2g2Va0RKBMLpRVEjkqrWv7hKNAOgkD8rId84INfCGQA-9P8saRGDRIN_DAF9JQIBontBc7gu6Z5BzlPkj6I1oCclCZOKyy_rj4PQTdB_n_ipxY2U035ELD/s320/a.jpg" /></a>Son günlerde Türkiye’yi etkisi altına alan soğuk hava ve kar yağışı, İstanbul’da da kendini gösteriyor. Kar birtakım olumsuzlukları getirse de, beyaz görüntüsüyle insan psikolojisini olumlu etkiliyor.<br />
<br />
Uzmanlar karın insanı rahatlattığını, kişide bir gevşemeye neden olduğunu söylüyor ve kişilerin kar yağdığında yaşayabilecekleri güzellikleri kaçırmaması gerektiğini belirtiyorlar. Bembeyaz görüntüsünün yanında bir örtü gibi tabiatı kaplayan kar, birtakım olumsuzluklara neden olsa da görüntüsüyle kişinin psikolojini doğrudan etkiliyor. Doğal bir tabiat olayı karın kişide gevşemeye neden olduğunu vurgulayan Üsküdar Üniversitesi NPİstanbul Nöropsikiyatri Hastanesi Uzman Psikologu İhsan Öztekin, beyaz görüntüsüyle karın kişiyi rahatlattığını, gevşettiğini belirtti.<br />
<br />
<b>DOĞANIN RENKLERİ HER MEVSİM HUZUR VERİYOR</b><br />
<br />
Psikolojide beyaz rengin iç açıcı, ferahlatıcı etkisi olduğuna dikkat çeken Öztekin, yaz aylarında yeşil ve mavinin, sonbahar mevsiminde sarının ve kışın ise beyazının kişinin ruh sağlığına olumlu etki ettiğini kaydetti. Trafikte birtakım aksamalara neden olan karın kişide zaman zaman endişeye neden olabildiğinin altını çizen Öztekin, karın avantaja dönüştürülebileceğini ifade etti. Bu dönemde ailelerin birbirine daha fazla zaman ayırabileceğini belirten Öztekin, soğukluğuna rağmen iç ısıtan karlı günlerde kişilerin tedbirini alması gerektiğini dile getirdi.<br />
<br />
Pozitif etki için kişinin negatif etkiden arınması gerektiğini kaydeden Öztekin, kişilerin kar yağdığında yaşayabilecekleri güzellikleri kaçırmaması gerektiğini sözlerine ekledi. (İHA)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-54264661263956653972013-12-13T14:34:00.001+00:002013-12-13T14:34:24.281+00:00Çok zararlı ama...<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-G8Y76eIZZY3Xk8xRnAZ7vRokbZbpV3Jb3e2cjPwdsawPO9PqNKttPjchDLIXQMM2-yghnyNdAVkENN5sHu4Toks60mA58QJeysDfVYtnUCAE1aSHu0ELNZcF9nnFi-sWKHIoNwfzvi7L/s320/a.jpg" /></a>Pillerdeki insan sağlığına zararlı cıva ve kadmiyum gibi maddelerin oranının azaltıldığı bildirildi.<br />
<br />
Taşınabilir Pil Üreticileri ve İthalatçıları Derneği (TAP) Teknik ve Eğitim Hizmetleri Sorumlusu Savaş Arna, Türkiye'deki atık pilleri toplayan tek yetkili kuruluşun TAP olduğunu söyledi.<br />
<br />
Atık pillerin toplanmasıyla ilgili Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koordinesinde Türkiye'nin birçok yerinde eğitim çalışması yürüttüklerini belirten Arna, eğitimlerde öğrenci ve öğretmenlere, atık pilin içerisindeki insan sağlığına zararlı maddelerin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini anlattıklarını ifade etti. Pillerin insan sağlığına zararsız hale getirilmeye çalışıldığını aktaran Arna, şöyle devam etti:<br />
<br />
"Piller dışarıdan göründüğü gibi değil, kapalı bir kutu. Pillerin içerisinde değişik kimyasallar, çözeltiler ve metaller vardır. Pillerin türlerine göre bünyelerinde demir, çinko, mangan, nikel, kadmiyum, lityum, kobalt, plastik ve karton gibi maddeler bulunuyor. Bunlar çöp alanlarına rastgele atıldıklarında bir süre sonra delinecekleri için içerisinde bulunan bütün kimyasallar sızarak toprağa geçecektir. Bu çevre kirlenmesine neden olacaktır."<br />
<br />
Arna, pillerden sızan kimyasalların suya karışmasının balıklar için ölümcül olabileceğini, bu atıkların karıştığı sularla ürünleri sulamanın da çok tehlikeli olduğunu vurguladı. Pillerin olumsuz etkilerinin azaltılması için çeşitli çalışmalar yapıldığını belirten Arna, "Pillerdeki zararlı maddelerin oranı son derece azaltıldı. Pilin içerisindeki cıva ve ağır metal olan kadmiyum için önlemler alındı. Kadmiyumu önlemek için her türlü çaba gösteriliyor. Yaklaşık 5-10 yıl içerisinde pildeki zararlılık oranı sıfıra düşürülebilir" diye konuştu.<br />
<br />
<b>EN ÇOK OKULLARDAN TOPLANIYOR</b><br />
<br />
Arna, en çok atık pilin okullardan toplandığını, 5 yıldır uyguladıkları atık pil toplama kampanyası kapsamında yaklaşık 1,5 ton atık pil topladıklarını söyledi. Okulların adeta, "atık pil toplama merkezi" olduğunu belirten Arna, "Türkiye'de toplanan atık pilin yüzde 40'ı okullarda toplanmaktadır. Biz de bu kapsamda eğitimcinin eğitimi programı çerçevesinde öğretmenlerimize bilgiler veriyoruz" dedi.<br />
<br />
Arna, pillerin uzun ömürlü kullanılması ve zararının ortadan kaldırılması için çeşitli yöntemler uygulanabileceğini söyledi. Pilleri nehirlere atmamak, gömmemek, yakmamak ve çöpe atmamak gerektiğini belirten Arna, şunları kaydetti:<br />
<br />
"Pilleri serin ve rutubetsiz yerlerde saklayın. Akmış pilleri çıplak ve ıslak elle tutmayın. Şarj edilemeyen piller kesinlikle şarj işlemine tabii tutulmamalıdır. Aksi halde aşırı ısınma, şişme, gaz çıkışı, alevlenme ve hatta patlama görülebilir. Bir aleti pil takılıyken uzun süreli çalıştırmıyorsanız pilleri içerisinden çıkarınız. Pilleri kesinlikle delmeyin ve içini açmaya çalışmayınız. Çocukların pillerle oynamasına izin verilmemesi gerekiyor. Yutma tehlikesine karşı düğme piller ve diğer piller, küçük çocukların ulaşamayacağı yerde muhafaza edilmeli." (AA)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-9820235217132516302013-12-01T18:10:00.000+00:002013-12-01T18:10:13.180+00:00Günde 50 gram tüketmek kanser riskini artırıyor<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidjnQMiVxaPGNMKhj6yzSdVBUfJ09w0jRiWGRT7a5tP2MMfqoz88ksguGc1sLIER9R__N4Ds9NvU6LKOujvOWlEtIgRNYeZCBEZ2GgAvuQ0EgKmIaP6-s3QUsa_5S7slzqVAsQhJRXKdiM/s320/a.jpg" /></a>Sodyum ve potasyum nitrit gibi gıda katkı maddelerinin kullanıldığı işlenmiş et ürünlerinden günde 50 gram tüketildiğinde, bağırsak kanseri riskinin yüzde 21 arttığı belirtildi.<br />
<br />
Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fatih Gültekin, katkı maddelerinin, gıda üretiminde kullanılmadan önce birçok toksikolojik araştırma yapıldığını söyledi.<br />
<br />
<b>SENTETİK MADDELER BİLE VAR</b><br />
Ürünlerin içindekiler bölümünde yer alan bu maddelerin, gıdaların renk, tat, koku, besin değeri ve raf ömrünü iyileştirmek amacıyla kullanıldığını belirten Gültekin, bunların bitkisel, hayvansal ve sentetik kaynaklardan elde edildiğini ifade etti.<br />
<br />
Katkı maddelerinin ürünlerde ne kadar kullanılacağının Türk Gıda Kodeksi'nce belirlendiğine işaret eden Gültekin, gıdalarda izin verilen oranların üzerinde kullanıldığı zaman zararlı, çok düşük miktarda kullanıldığında ise zararsız olduğunun veya hastalık yapma risklerinin çok azaldığının, bilimsel olarak ortaya konulduğunu dile getirdi.<br />
<br />
<b>İZİN VERİLEN MİKTARLARDA BİLE HASTALIK RİSKİ ARTIYOR</b><br />
Katkı maddelerinin yüksek miktarda tüketildiklerinde bir kısmının kanserojen olduğunu, bir kısmının da kanserojenlerin etkinliğini artırdığını vurgulayan Gültekin, izin verilen miktarlarda tüketildiğinde bile bazılarının kanser oluşturma riskini artırdığını belirterek, şunları kaydetti:<br />
<br />
"İşlenmiş et ürünlerinde antibakteriyel ve renk tutucu olarak sodyum ile potasyum nitrit kullanılır. Yapılan araştırmalara göre sosis, salam, sucuk ve pastırma gibi işlenmiş et ürünlerinden günde 50 gram tüketmek, bağırsak kanserine yakalanma riskini yüzde 21 artırmaktadır. Dünyada bağırsak kanserinin görülme sıklığı yüzde 2,4 ile yüzde 5 oranında değişir. Yani her yüz kişiden 5'i bağırsak kanserine yakalanmaktadır. Şayet günde 50 gram işlenmiş et ürünü tüketilirse; risk yüzde 21 artarak, 5 kişi yerine 6 kişi bağırsak kanseri olacaktır. Bu risklerden korunmak için işlenmiş et ürünleri tüketimine dikkat etmeliyiz. Özellikle fiyatı düşürmek amacıyla birçok ürüne katılan sentetik tatlandırıcılar, alerji ve migren ataklarını tetikleyici etki gösterebilir. Böbrek yetmezliği olanlara, mineral dengeyi bozacağı için mineraller bakımından zengin katkı maddelerini çok fazla tüketmemelerini öneriyoruz."<br />
<br />
<b>"ÇOCUKLARIMIZA ROL MODEL OLMALIYIZ"</b><br />
Gültekin, piyasada sayıları az da olsa, mümkün olduğu kadar katkı maddesi içermeyen ürünlerin tercih edilmesi gerektiğini vurguladı.<br />
<br />
Alışveriş sırasında, ürünleri mutlaka "içindekiler" bölümüne bakıp almak gerektiğinin altını çizen Gültekin, sözlerine şöyle devam etti:<br />
<br />
"Nar ekşisi niyetiyle aldığımız ürünlerin yüzde 90'ından fazlası nar ekşili sostur. İçine renklendirmek için karamel, tatlandırmak için de glikoz şurubu katılır. Katkı maddelerini daha az içeren ürünleri tercih etmeye alışmalıyız. Bu işe çocuklardan başlamak gerekir. Bazı ürünlerde kullanılan sentetik gıda boyaları çocuklarda hiperaktiviteyi artırıcı etki gösterebiliyor. Onların damak zevkini doğal gıdalara alıştırmamız lazım. Normalde katkılı ürünler tükettikleri zaman gıdaların tadını o şekilde alıyorlar. Çocuğumuz lezzet artırıcı katılmış cips yediğinde, o tadı sürekli başka ürünlerde de istiyor. Çocuğunuza doğal pekmez verin, yemeyecektir. Çünkü çikolataya alıştıklarından, o tat daha güzel gelir. Bu konuda çocuklarımıza rol model olmalıyız. Ebeveynler ürün seçerken ürünlerin etiketine bakıp, 'bu uygun değil, diğeri daha uygun' derse, çocuklar da anne ve babalarının kendilerine yaptığı kısıtlamaları görüp, bu konudaki hassasiyetlerine daha çok uyacaktır." (Hürriyet)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-66821790580021125712013-12-01T17:46:00.002+00:002013-12-01T17:46:20.308+00:00Suda eriyen tabletler tehlikeli<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjSD5ljJbU_nwDphiK1KTIp8KtDT4U4tjs9_oVP6NJNNm4XGnP2f9siamM1h07m19c9WxCYvvmuvk-yDeWI-zFa_7hh3Qb-IZFOoPB2ufgaNmFWxXF2-9XKWN2dZ8Zm4NVMCac15ryR3TSj/s320/a.jpg" /></a>Suda eriyen tabletlerin sodyum bakımından çok zengin olması nedeniyle az tuz tüketmesi gereken kişilerde kalp krizi ve felç riskini artırabileceği belirlendi.<br />
<br />
İngiltere'deki Dundee Üniversitesi'nden Jacob George ve ekibinin araştırması, reçetesiz satılan birçok suda eriyen tabletin (efervesan) biokarbonat içerdiğini ve düzenli olarak bu ilaçları ya da vitaminleri kullanan bazı hastaların kalp krizi ve felç geçirme riskinin 5 kat arttığını gösterdi.<br />
<br />
Araştırma ayrıca, bu hastaların yüksek tansiyon riskinin 7 kat artığını vurguladı. 7 yıl boyunca 1,2 milyon hastanın verilerini inceleyen bilim adamları, sık sık efervesan ilaç ve vitaminleri kullananların erken ölüm riskinin de yüzde 28 fazla olduğunu gördü.<br />
<br />
<b>ARADA BİR DEĞİL HER GÜN KULLANANLAR TEHLİKEDE</b><br />
<br />
Yaygın kullanılan, reçetesiz satılan bazı efervesan ilaç ya da vitamin tabletlerinin 3-18 miligram tuz bileşeni olan sodyum içerdiğini belirten bilim adamları, riskin, arada bir değil, her gün bunları kullananlar için arttığına dikkati çekti. Araştırmanın sonuçları İngiliz Tıp Dergisi'nde yayımlandı. (AA)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-22185776117672733882013-12-01T17:43:00.003+00:002013-12-01T17:43:56.296+00:00Peynir diş çürüklerini önlüyor<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj58Xbi46lPJ9TKBbPROxKQFL1PH-cDlPxmrYd0KTquyk72QQ4qw9TAHihFcbuDEq-nzq20XZFY1SVYn3UM8yPmdzcn2tKl-j6_p0P8Fx1iAT5tfDzAW5sxncxlUhsy-fcRF6B0-QR914oj/s320/a.jpg" /></a>İstanbul Aydın Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şükrü Karataş, sağlıklı ortamda hazırlanan peynirin, ağız sağlığını önemli ölçüde etkilediğini ve diş çürümelerini önlediğini belirtti.<br />
<br />
Üniversiteden yapılan açıklamaya göre, Gıda Mühendisliği ve Diş Hekimliği Fakültesi Restoratif Diş Tedavi Anabilim Dalı işbirliğiyle hazırlanan araştırma, yatmadan önce tüketilen peynirin diş çürümelerini önlediğini ortaya koydu.<br />
<br />
Kalsiyum, mineral, protein bakımından zengin olan peynir tüketiminin, ağız ve diş sağlığını da olumlu etkilediği belirtilen açıklamada, özellikle diş çürümelerinde önemli ölçüde koruyucu özelliği olan peynirin, küçük yaştan itibaren çocuklara sevdirilerek, günlük tüketilen besinler arasında mutlaka yer alması gerektiği kaydedildi.<br />
<br />
<b>"DİŞLERİMİZİ FIRÇALAYAMADIĞIMIZDA PEYNİR YİYEREK DİŞ ÇÜRÜMELERİNİ ENGELLEYEBİLİRİZ"</b><br />
Açıklamada görüşlerine yer verilen Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şükrü Karataş, peynirin, tüketilen diğer gıdaların sindirilmesine yardımcı olduğunu aktardı.<br />
<br />
Bir parça peynirin, içerisinde bulunan kalsiyum, fosfor mineralleri, yağda eriyen A, D, E, K vitaminleri ve suda eriyen B2 maddesi ile asit oluşumunu önleyerek, diş çürümelerini engelleyebildiğini belirten Karataş, "Yaptığımız araştırmalar sonucu, sağlıklı ortamda hazırlanan peynir, ağız sağlığını önemli ölçüde etkilemekte, diş çürümelerini önlemektedir. Peynir tüketimini arttırarak, dişlerimizi koruyabilir, çürümeleri önleyebiliriz. Sağlıklı bir ağız, diş ve kemik yapısı için protein, kalsiyum gibi maddeleri doğru besinlerle almamız gerekiyor. Peynir, içinde barındırdığı tüm maddelerle iyi bir koruyucudur" bilgisini verdi.<br />
<br />
Diş Hekimliği Fakültesi Restoratif Diş Tedavi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aylin Çilingir de tüketilen yiyecek ve içeceklerin ağız ortamındaki asit miktarını arttırdığını ve bu asit asit oluşumunun dişin sert dokularının yapısının bozulmasına ve çürüklere neden olduğunu kaydetti.<br />
<br />
Yemeklerden sonra peynir tüketilmesinin, içeriği nedeniyle ağızdaki asit oluşumunu önleyeceğini ve tükürük salgısını arttıracağını belirten Çilingir, "Peynirin çürük önleyici etkisinin yanı sıra tükürük salgısını artmasının da çürük oluşumunu önleyici etkisi vardır. Gün içerisinde bulunduğumuz ortamlar nedeniyle diş fırçalamayı ihmal edebiliriz, bu gibi durumlarda bir parça peynir yiyerek diş çürümelerini engelleyebiliriz" ifadelerini kullandı. (Hürriyet)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-26947817668767896882013-11-07T21:02:00.001+00:002013-11-07T21:02:52.347+00:00Tansiyon bir türlü düşmüyorsa<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrKCrDOrZPO-5L6W4R6Z5NelZ_auuZ9F58zjYeQ_plusFFDPJdLYs8ZUHCB5qg3ddYACwIWQGWiqpym6ML8f9_RkFcnCjNt3zhYKxEij7dsFRPrzio2txXXvxkR149mc7tZthkAFOV5Kcy/s320/a.jpg" /></a>Halk arasında yüksek tansiyon olarak bilinen hipertansiyonda direnç gelişmesi halinde, ilaçların yetersiz kaldığı durumlarda, yeni uygulanmaya başlanan tedavi yöntemiyle hastalar felç ve organ kayıplarına karşı korunurken, tansiyon da kontrol altında tutulabiliyor.<br />
<br />
Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Timur Timurkaynak, halk arasında yüksek tansiyon olarak bilinen "hipertansiyon"un toplumun yaklaşık yüzde 50'sini etkileyebilen sinsi bir hastalık olduğunu söyledi.<br />
<br />
Hastalığın, çok sessiz ve hiç belirti vermeden gelişebildiğini ifade eden Timurkaynak,"Bu rahatsızlığın kötü tarafının sinsi ilerlemesidir; iyi tarafı ise hastaların tansiyon değerlerinin ilaç tedavisi ile kontrol altına alınabilmesidir" dedi.<br />
<br />
<b>"DİRENÇLİ HİPERTANSİYONDA İLAÇ TEDAVİSİ ETKİSİZ"</b><br />
<br />
Timurkaynak, bazı hipertansiyon hastalarının üç veya daha fazla tansiyon ilacını birlikte kullanmalarına rağmen hastalığın kontrol altına alınamayabildiğine dikkat çekti.<br />
<br />
Bunun "dirençli hipertansiyon"dan kaynaklandığını dile getiren Timurkaynak, "Dirençli hipertansiyonda hastalar, ilaç kullanmalarına rağmen tansiyonları yeteri kadar düşürülemediğinden, yüksek tansiyon ve onun yaratacağı kalp krizi, kalp yetmezliği, felç, böbrek yetmezliği, körlük, bacak damarlarında tıkanma, aort damarında genişleme ve yırtılma gibi birçok ciddi sağlık sorunlarıyla baş başa kalıyorlar. Dirençli hipertansiyonda ilaç tedavisi etkisiz kalabiliyor" diye konuştu.<br />
<br />
<b>"DAMARLAR YAKILARAK TANSİYON DÜŞÜRÜLÜYOR"</b><br />
<br />
Timurkaynak, yapılan çalışmalarda, dirençli yüksek tansiyon hastalarındaki sorunun, böbrek damarlarındaki sinir sisteminin beyni uyarmasından kaynaklandığını anlatarak, bunun sinir sisteminin tansiyonu tetiklediğini ve düşmesini engellediğini belirtti.<br />
<br />
Dirençli hipertansiyon tipi için son yıllarda etkin bir tedavi yönteminin uygulanmaya başladığını müjdeleyen Timurkaynak, "yeni yöntem ile dirençli yüksek tansiyon hastalarının böbrek damarlarındaki sinirlerinin katater yardımı ile yakılarak tedavi edildiğini" söyledi. Timurkaynak, yeni tedavi yöntemine ilişkin, şunları kaydetti:<br />
<br />
<b>LOKAL ANESTEZİ İLE 45 DAKİKA SÜRÜYOR</b><br />
<br />
"Yöntem, lokal anestezi altında 45 dakika süren bir operasyon. Kasık damarından içeri girerek, her iki böbrekteki damarların sinirleri yakılıyor. Hasta aynı gün taburcu oluyor. İşlem sırasında risk yok denecek kadar az. Bu yöntem, böbreğe herhangi bir zarar vermiyor. Aksine tansiyonu düşürerek böbreği koruyor.<br />
<br />
Söz konusu tedavi şeklinin sonuçlarıyla ilgili yapılan bilimsel çalışmalarda, tansiyonun ilk aydan itibaren düşmeye başladığı, bu düşüşün altı ayda en yüksek düzeye ulaştığı tespit edildi. Büyük tansiyonda 30 mmHg, küçük tansiyonda 10 mmHg'lik bir düşüş elde ediliyor. İki yıldan uzun süren takiplerde ve daha uzun dönemde bu sonuçlar korunuyor." (AA)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-72821651354435673542013-11-06T21:24:00.000+00:002013-11-06T21:24:02.530+00:00Süt içerek zayıflayın<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgP2wZWwCOu4eSGbdgfTgANj0xEKtwEXcDACyxW1kb_B6fJzLN0doh8JTpoN1wyEFwds-L2gl4HYl0MiNxvzG-BVfXpOcYMRacchsBHfJDT6agMyI2JnOu9iCfM9oqd3d_J16wVilJJ_87r/s320/Untitled-1.jpg" /></a>Beslenme ve Diyet Uzmanı Gizem Akgül, kalsiyumun zayıflama üzerinde önemli etkisi olduğunu belirtti. Akgül, "Günde 2-3 bardak süt tüketilmesi, zayıflamayı kolaylaştırır" dedi.<br />
<br />
Akgül, yaptığı açıklamada, kalsiyumun, kemik ve diş yapısının en temel minerali olduğunu belirterek, "Süt, peynir, yoğurt, ayran ve kefir başta olmak üzere de, kuru baklagiller, ceviz, fındık, badem ve yeşil yapraklı sebzeler ile kuru incir ise önemli kalsiyum kaynakları. Bu yiyeceklerin yeterli miktarda tüketiminin kilo verme üzerinde önemli etkisi bulunuyor" diye konuştu.<br />
<br />
Akgül, kalsiyumun zayıflama üzerinde önemli bir etkisi bulunduğuna dikkat çekerek şunları kaydetti:"Yapılan çeşitli araştırmalar gösteriyor ki, enerjisi kısıtlı yüksek kalsiyum içeren diyetler, düşük kalsiyum içeren diyetlere göre daha fazla kilo kaybı sağlıyor ve yağ yakımını artırıyor. Yine bu çalışmalar bireylerin süt ve süt ürünleri tüketimine yaptıkları diyetlerde ne kadar önem vermeleri gerektiğine de işaret ediyor.<br />
<br />
"Diyette süt ve süt ürünlerine mutlaka yer verilmesi gerektiğine vurgu yapan Akgül, "Yetişkin bireylerin günlük kalsiyum ihtiyacı yaklaşık 1000 miligramdır. Kişi, günlük kalsiyum ihtiyacını 2-3 bardak süt ve süt ürünleri tüketimiyle rahatça sağlayıp zayıflamaya yardımcı olabilir. Vücudun kalsiyum ihtiyacı, gebelik, emzirme, çocukluk ve menopoz dönemlerinde değişkenlik gösteriyor. Yeterli ve dengeli yağ kaybının sağlanması için kişiye özgü bir diyet programında mutlaka süt ve süt ürünlerine de yer verilmesi gerekiyor" dedi.<br />
<br />
Akgül az yağlı ürünlerin tercih edilmesi gerektiğine işaret ederek şöyle devam etti: "Az yağlı süt ve süt ürünleri tam yağlı ürünlerle karşılaştırıldığında kalsiyum içerikleri değişmiyor. Kilo kontrolünün sağlanmasında az yağlı kalsiyum kaynaklarına yönelmek de aynı şekilde fayda sağlıyor. Hatta kalsiyumun az yağlı olarak tüketilmesi kilo vermeyi de hızlandırıyor."<br />
<br />
Yapılan araştırmaların kilolu bireylerin diyetlerindeki süt ve süt ürünlerinin iyi bir kontrol sağlayıcı olduğunu ve insülin direncinin azalmasında da etken olduğunu gösterdiğini ifade eden Akgül, "Bu ürünler kan şekerinizin daha yavaş yükselmesini sağlayarak, uzun süre doygunluk hissetmenize yardımcı oluyor" şeklinde konuştu. (Sabah)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-71999309774502009672013-11-06T21:22:00.001+00:002013-11-06T21:22:13.311+00:00Aşırı tuz horlama nedeni<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjws9aWbcAdfu8WHShBeTJxkhCvh5UpH2dzPK7yQXt147CQ5VxqZRJ5vVaIf_Q7lJbOH_3wJoeBfPzmI37AyHBW7uKt6v6qQeRMXup1CyeJsCYKGj7WqswvSzC3TNffK7KMs9tJPb0sZRdY/s320/Untitled-1.jpg" /></a>Aşırı tuz tüketenler, horlayarak beraber uyudukları kişilere geceleri zindan ediyor. Brezilya'da araştırmacılar, düşük tuzlu diyet ile horlamanın durdurulabileceğini açıkladı. <br />
<br />
Aşırı tuz alımının obstrüktüf uyku apnesini artırdığını belirtti. Araştırmaya göre, aşırı tuz alımı vücutta sıvı birikimine yol açıyor. Hastanın yattığı zaman bu sıvı boyundan geçiyor. Solunum yollarının daralmasına yol açıyor. Böylelikle hava akımı engelleniyor. Bu da kişilerin horlamasına yol açıyor. (Sabah)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-60340922591987601292013-11-06T21:20:00.000+00:002013-11-06T21:20:12.589+00:00Uykudaki ölümün nedeni uyku apnesi<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_Y8miP5Vz3Q4OYBK8LuxTgVO5Usm4IGAaVal9vgPYhkPBcIeRdtRzkp4EBfqtQYRbIq7mfbeg1eUSiI1d7fcVd75eQKWdOiH7rQ_72vnJwFGQmeWKEURcZKXZDQEaVIcLpVtp9JNAOQeQ/s320/Untitled-1.jpg" /></a>Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yücel Anadolu, uyku apnesinin kalp büyümelerine, ritim bozukluklarına, kalp yetmezliğine ve uykuda kalp krizine neden olduğunu ve uykuda ölümlerin ortaya çıktığını söyledi.<br />
<br />
Antalya'nın Serik ilçesine bağlı Belek beldesindeki bir otelde gerçekleştirilen 1. Ulusal Çocuk ve Ergen Obezitesi Sempozyumu için Antalya'ya gelen Anadolu, uykuda horlamanın basite alınmaması gerektiğini belirtti.<br />
<br />
Horlamayı "buz dağının görünen yüzü" olarak nitelendiren ve altındaki sorunların irdelenmesi gerektiğini ifade eden Anadolu, horlamanın uyku apnesinin belirtisi olabileceğini vurguladı.<br />
<br />
Uyku apnesinin uyku sırasında solunum duraklamalarından kaynaklanan ve uyku düzeninin bozulmasına neden olan bir hastalık olduğunu anlatan Anadolu, insanlar uyurken solunumlarının durduğunu, bir süre sonra tekrar nefes almaya başladıklarını belirtti.<br />
<br />
Bazı hastaların, "Gece nefesim durmuş, boğuluyormuşum gibi uyandım, kendimi zor pencereye attım" ya da "Uykuda dilim geriye kaçmış, elimi sokup dilimi öne çektim ve o şekilde rahatladım" şikayetleriyle kendilerine geldiğini kaydeden Anadolu, bu durumun hastanın bir süre nefessiz kaldığını gösterdiğini dile getirdi.<br />
<br />
Solunum durunca kandaki oksijen miktarının azalıp karbondioksit miktarının arttığına işaret eden Anadolu, organların oksijeni daha fazla alabilmek için daha fazla çalıştığını, vücut oksijensiz kalınca bazı metabolik sorunlar ortaya çıktığına dikkati çekti.<br />
<br />
Şeker hastalığına yatkınlık oluştuğunu, sağlıklı gelişimin sağlanamadığını, özellikle kalp ve damar sistemin yapısının bozulduğunu vurgulayan Anadolu, "Uyku apnesine bağlı olarak vücut sisteminin bozulması kalp büyümelerine, ritim bozukluklarına, kalp yetmezliğine ve uykuda kalp krizine neden olmakta. Bu şekilde de uykuda ölümler ortaya çıkmakta" dedi.<br />
<br />
Uyku sisteminin bozulmasıyla kalp krizine bağlı uykuda ölümlerin ortaya çıktığını dile getiren Anadolu, bu nedenle horlamanın ya da uyku apnesinin basite alınmaması gerektiğini, horlayan insanların uyku sırasında solunumun durup durmamasına dikkat edilmesi gerektiğini bildirdi.<br />
<br />
Yüksek gürültülü horlama, yorgunluk, aşırı sinirlilik, konsantrasyon bozukluğu, sabah baş ağrısı gibi sorunların uyku apnesinin sonuçları olabileceğine işaret eden Anadolu, bu sorunları yaşayan kişilere en kısa zamanda hekime başvurmaları ve tedavi yöntemlerini uygulamalarını önerdi.<br />
<br />
Bu sorunun obezite insanlarda daha fazla görüldüğüne dikkati çeken Anadolu, aşırı kilo nedeniyle vücuttaki yağ miktarının arttığını, özellikle boyun bölgesinde oluşan yağlanmanın hava yolunu daralttığını kaydetti. (Sabah)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-19029188997758912762013-11-06T21:16:00.000+00:002013-11-06T21:16:15.433+00:00Kanser hastaları için yeni umut<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEio4Gp5z3Eh0ng_lmnV_qVjo-30VL2DBxbuxt62rI87GM8OozDzoObp2_MSkp1bThAW-Scs4irrtOoCiCE5vxYxgq1rL4Ns5BLzzsHP_AvfTE_O0MZLnz-dEFI1SCXx4F5TtID1HWEX0s_M/s320/a.jpg" /></a>Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde uygulanmaya başlanan ve kanser hastalığında yeni bir tedavi yöntemi olan IORT (İntra Operatif Radyoterapi) uygulaması, kanser hastalarına umut ışığı oldu.<br />
<br />
Beyoğlu Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği'nden yapılan açıklamaya göre, ABD ve Avrupa'nın pek çok ülkesinde kanserli hastaların tedavisinde kullanılan IORT, Türkiye'de 3 merkezde uygulanırken, bu sistemin kullanıldığı ilk kamu hastanesi ise Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi oldu.<br />
<br />
Başta meme kanseri olmak üzere uygun olgularda (mide, akciğer, karaciğer) kullanılan, kanser hastalarının daha erken ve daha başarılı bir şekilde tedavi edilmesini sağlayan IORT, 11 Ekim'den itibaren Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde öncelikle meme kanserinin tedavisinde uygulanmayabaşlandı. <br />
<br />
Hastaneye, her yıl meme kanseri şüphesi ile başvuran yaklaşık 20 bin kişiden bin civarında kadına, kanser tanısı konuyor ve uygun tedavi yöntemleribelirlenerek güncel tedavi protokolleri kullanılıyor.<br />
<br />
Çağdaş tıp tedavisi gerçekleştiren ülkelerde yaygın olan IORT, kanser tedavisinin cerrahi yöntemle birlikte önemli bir parçası olan ışın tedavisinin ameliyat sırasında dokuya doğrudan uygulanması şeklinde yapılıyor. Öncelikle kanser olan doku, cerrahi yöntem ile çıkarılıyor. Yüksek riskli bölge ışın tedavisi için hazırlanıyor. Hasta anestezi altındayken açık bölgeye radyasyon onkoloğu ve medikal fizik uzmanları tarafından gerekli doz hesabı yapılarak IORT uygulanıyor. Işın verme işlemi bittikten sonra yara kapatılarak ameliyat tamamlanıyor.<br />
<br />
<b>RADYOTERAPİ AMELİYATTA BAŞLIYOR</b><br />
IORT tedavisi, radyoterapiye daha ameliyat devam ederken başlandığı için kanserin lokal yinelenmesi riskini önemli ölçüde azaltıyor ve ardından yapılacak olan diğer tedavi seçeneklerinin yararını arttırıyor. Bunun yanı sıra hastaya ameliyat sonrası yapılacak radyoterapi tedavisinin süresini azaltırken, kişinin daha erken bir şekilde normal yaşama dönüşünü sağlıyor.<br />
<br />
Açıklamada görüşlerine yer verilen Beyoğlu Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Güven Bektemür, dünyadaki en son tedavi yöntemlerini uygulayarak hastaları en iyi, en doğru ve en hızlı şekilde tedavi etmek istediklerini belirterek, "Bu sebeple de kanser hastalığında en güncel tedavi yöntemlerinden biri olan ve Türkiye'de sadece 3 merkezde yapılan IORT'u Ekim ayı itibarıyla Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde hastalarımızın hizmetine sunduk. Tıp bilimindeki tüm gelişmeleri yakından takip ederek yeni tedavi yöntemlerini hastanelerimizde en hızlı şekilde uygulamaya koyuyoruz. IORT tedavi yöntemi de şu an İstanbul'daki kamu hastanelerinden sadece Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde uygulanıyor" ifadelerini kullandı. (Sabah)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-23449353377522217002013-11-06T21:13:00.001+00:002013-11-06T21:13:19.412+00:00Şişmanlıkla mücadele için 15 ipucu<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwH8Kp7PTwau-iN-aELUlFpb7AAEjQ5AWRbTOw2RrYRF-AM_DiI7a4XpA1Bjtx7A-rKxd3Mjo_8uRNSnHaiC2Lg0AdjInNW7YwgGxFAyBGi1MVTePBhZzXdI27Kx0gWOLyS4e07CHqrmlg/s320/a.jpg" /></a>Günümüzde şişmanlık "harcadığından fazla kalori almanın kaçınılmaz sonucu" gibi görülse de aslında bu söylem büyük bir problemi basite indirgemektir. Tüketilen besinlerin içindeki gizli düşmanlar da kilo almayı sağlamakta ve başta obezite olmak üzere birçok hastalığın kapılarını açmaktadır.<br />
<br />
Memorial Ataşehir Hastanesi ve Etiler Tıp Merkezi Endokrinoloji Bölümü'nden Doç. Dr. Gökhan Özışık, şişmanlıkla baş etmenin yolları hakkında bilgi verdi.<br />
<br />
<b>TOKSİK YAĞLAR VÜCUTTA BİRİKİR</b><br />
<br />
İnsanlığın eski düşmanı şişmanlığı, toksik yağların olmaması gereken yerde depolanıp vücudun tahammül edemeyeceği miktarlara ulaşması" şeklinde tanımlamak doğru olacaktır. Aşırı yemek, hareketsizlik kilo almak için elbette birer faktördür. Örneğin; bir deney hayvanı fazla beslendiğinde ya da tokluk merkezini kontrol eden tek bir geni/hormonu yok edildiğinde obeziteye yol açılabilir. Bu tablonun temelinde "hücresel düzeyde kapasite zorlanması" yatmaktadır. Ancak günümüz insanındaki durum çok daha farklıdır. Bunun nedeni tükettiğimiz gıdaların organizmamızın tanımadığı şeker, yağ ve amino asitlerle dolu olmasıdır. Kısacası bunlar doğal değildir ve problemin asıl sebebidir.<br />
<br />
<b>KARACİĞER KARGO MANTIĞI İLE ÇALIŞIR</b><br />
<br />
Sindirim yoluyla kana karışan tüm besinler kimi kendi başına kimi de onları tanıyıp refakat eden özel proteinlerce doğru karaciğere götürülmektedir. Karaciğer bunları ayırmakta ve gerektiğinde de işleme tabi tutmaktadır. Bir kargo mantığı ile çalışarak "lipoprotein" adı verilen ve adeta kargo kutularına benzer özel proteinlerle paketlemekte, üzerine de içinde ne olduğunu ve nereye teslim edileceğini gösteren bir barkod yapıştırıp daha sonra tekrar kana vermektedir. Hemen göndermeyeceklerini ise depolamaktadır. Eğer bu kargonun içindeki madde "trans yağ, oksitlenmiş yağ ya da vücudun tanımadığı bir şey" ise hücreler bu kargoyu almak istemez ve geri gönderirler. Karaciğer ise bu iade edilen bozuk kargoyu gözden uzak bir yere (cilt altı gibi) adeta sürgüne göndermektedir. Basit mantıkla, toksik maddeden kurtulmaya çalışmakta, adeta onları yağ dokusu içinde izole etmeye çalışmaktadır. Sonuç şişmanlık yani istenmeyen yerlerde yağların birikmesi ve vücudun deforme olmasıdır.<br />
<br />
<b>CİLT YAŞLANIR, YAŞLANMA HIZLANIR, KANSER KAPIYI ÇALABİLİR</b><br />
<br />
Hücre içine giren toksinler hastalık ve kansere giden yolu açmaktadır. Yağ depolarında istiflenen toksinler ise; olduğu yerdeki dolaşımı bozmakta ve insülin, leptin, adiponektin, cinsiyet hormonları gibi hormonlara itaat etmemeye kadar bir dizi metabolik probleme yol açmaktadır. Zamanla bu durum daha da kötüleşerek kontrolden çıkmaktadır. Giderek daha da kilo alma ve vücudun deforme olması bir yana cilt sağlığı bozulmuş, kırışıklıklar, lekeler ve selülit ortaya çıkmış, yaşlanma hızlanmıştır. Kanser, kronik organ hasarı, beyin ve sinir sistemini dejenere eden hastalıklar (Alzheimer gibi) ise işin başka bir boyutudur.<br />
<br />
<b>Şişmanlıktan korunmanın ipuçları:</b><br />
<br />
1.Öğünleri aceleye getirmeyin, sakin ve rahat bir ortamda yemeye çalışın. İyi çiğneyin.<br />
2.Lokmalar arasında birkaç yudumdan fazla su içmeyin.<br />
3.Günlük kalorinin ¾'ünü kahvaltı ve öğlen yemeğinde almaya çalışın, akşam yemeği sonrası atıştırmalardan kaçının.<br />
4.Doğal/geleneksel yöntemlerle beslenmiş hayvanların etini, yumurtasını tercih edin. Dana ve tavuk etini ızgara yerine güveçte pişirin.<br />
5.Sebze/meyve satın alırken bilinçli davranın.<br />
6.Kahvaltı dışında yemekle, meyve tüketmeyin.<br />
7.Pastörize günlük sütten yapılmış yoğurt ve kefir tercih edin.<br />
8.Yağsız/light ürünleri bilinçli tüketin.<br />
9.Salatalarınıza elma sirkesi, nar ekşisi koyun, uygun miktarda turşu tüketin (cam şişede olanları tercih edin).<br />
10.Tiroid hormonlarınızı, insülin düzeylerinizi ve idrarınızın pH'sını kontrol ettirin.<br />
11.Konserve, işlenmiş, hazır gıdaları bilinçli tüketin, tatlandırıcıları (doğal olsa da) hekiminize danışmadan kullanmayın.<br />
12.Kaliteli uyku ve egzersizi ihmal etmeyin, stresi nasıl yöneteceğinizi öğrenin.<br />
13.Güneşten yeterli derecede faydalanın.<br />
14.Sağlıklı bir bağırsak florasını nasıl idame ettireceğinizi öğrenin.<br />
15.Ağız hijyenini ihmal etmeyin. (Sabah)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-33133501437943142932013-11-01T13:34:00.000+00:002013-11-01T13:34:14.686+00:00Bildiğiniz her şeyi unutun<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxzRjKCM6jxncoAQ53gX9bnxJrP_Cu-Tewu5zTi_XTdibt907_wGX_s1-Y2Nce6xm0aM7NoHTSGVfnbBmPt4QpEzjMTar_gHNzIOUBTU59fxn_Gggo45A9H_RgdER8FsKQZr33skKMVYhj/s320/a.jpg" /></a>Düzenli olarak ve çok çikolata yiyenlerin vücudundaki yağ oranının az yiyenlere göre daha düşük olduğu ortaya çıktı.<br />
<br />
İspanya'daki Granada Üniversitesi'nden bilimadamlarının yaptığı araştırma, "çikolata aşıklarının" formunu koruduğunu gösterdi. Toplam 9 Avrupa ülkesinde 12-17 yaş aralığındaki 1500 gencin beslenme alışkanlığını inceleyen bilim adamları, fazlaca çikolata tüketenlerin özellikle karın çevresindeki yağ oranının daha dengeli olduğunu belirtti.<br />
<br />
<b>YAĞLI AMA METABOLİZMAYI HIZLANDIRIYOR </b><br />
<br />
Araştırmacılar, bu durumun, çikolata diğer birçok besinden daha fazla kalori içerse de metabolizmanın daha fazla çalışmasını ve yağın dengeli dağılmasını sağlamasından kaynaklandığını söyledi.<br />
<br />
Daha önce yapılan bir araştırma da rejim sırasında çikolata, bisküvi gibi besinleri yemekten kaçınanların diğer yiyeceklerle "açığı kapatmaya çalışırken" daha fazla kilo almaya eğilimli olduğunu göstermişti. Birçok araştırma, çikolatanın dolaşım sistemine, tansiyona ve kalbe iyi geldiğini ortaya koymuştu. (Hürriyet)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-34139771104196526582013-11-01T13:29:00.000+00:002013-11-01T13:29:03.878+00:00Fazla kırmızı et ve karbonhidrat depresyon nedeni<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXuA-X-jCaUs7ZpPhca92GINl5x2gmdXPhlkDBxNhtX9DfRbdlXYDyG3Di7E5HZzS85UmFxMsOjmrfIlktP8phrEzjC9FIg61aqTSY_p-RGRdnqzF-jOd2OPBPs2-wiEyvDBzD8a_Er9j6/s320/a.jpg" /></a>Fazla kırmızı et ve karbonhidratla beslenen kadınlarda depresyona daha sık rastlandığı ortaya çıktı.<br />
<br />
Harvard Üniversitesi'nden bilim adamlarının yaptığı araştırma, fazla kırmızı et ile cips, makarna ve ekmek gibi karbonhidratlı yiyecekler tüketen kadınlarda depresyona rastlanma oranının yaklaşık yüzde 41 fazla olduğunu gösterdi.<br />
<br />
<b>ARAŞTIRMA 12 YIL SÜRDÜ</b><br />
<br />
Bilim adamlarının 12 yıl süren araştırmasına depresyon geçmişi olmayan 43 bin kadın katıldı. Kırmızı et ve karbonhidratı fazla tüketenlerde depresyona daha sık rastlandığı, zeytinyağı, kahve, şarap ve balık yeme alışkanlığı olanlarda ise bu oranın daha az olduğu görüldü.<br />
<br />
Ancak bilim adamları, kırmızı et ve karbonhidratın mı depresyona yol açtığını yoksa depresyondakilerin mi bu tür yiyecekleri fazla tükettiğinin henüz kesinleşmediğini belirtti. Araştırmanın sonuçları "Medical Daily" dergisinde yayımlandı. (AA)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-77362866182907545502013-11-01T13:27:00.000+00:002013-11-01T13:27:21.384+00:001 dakikası ömre 2 dakika katıyor<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNVMbnTnoAlQfAr7J3TJwPVoWTUorkqeqn9q9ghAwap1Pu2OVXVkq1VmmFwafDV0pE2ndVPE32RmvjrxnlBwCHsooeyUELaQaRsCFsAIZlkGf5TBE9OzyVhynkkoA_LLs9vHwlUvy7fBm6/s320/a.jpg" /></a><br />
1 dakika yürümek ömrünüzü 1 buçuk, 2 dakika uzatıyor. Farklı ülkelerden endokrinologların katıldığı "endobrigde" toplantısında açıklanan verilere göre Türk insanı hareketlilik bakımından kötü durumda. Hacettepe Üniversitesi'nden Prof. Dr Okan Bülent Yıldız Türk insanının yüzde 75-80'inin hareketsiz bir yaşam sürdürdüğünü belirtti.<br />
<br />
Prof. Dr. Yıldız, yeni yapılan ve makalesi henüz yayınlanmayan bir araştırmaya göre egzersiz ile kişilerdeki "kötü genetik mirasın" bile değiştirilebildiğini ve bunun aslında yüz güldürücü bir sonuç olduğunu açıkladı. Diyabetin, obezitenin, tiroid hastalıklarının altında hormonların yattığını ve bu durumun genetik olduğu bilinen bir gerçek ancak egzersizle, hareketli bir hayat sürdürerek hormonları düzene sokmak mümkün.<br />
<br />
<b>TÜRK İNSANI SINIFTA KALDI</b><br />
<br />
İsveç Malmö Üniversitesi'nde 6 aylık bir egzersiz programı öncesinde ve sonrasında 23 erkekten alınan cilt altı yağ dokusundan DNA ve RNA ayrıştırılarak, hareketsiz yaşam sürdüren sağlıklı kişiler ile karşılaştırıldığını anlatan Yıldız, "Egzersiz ile diyabet ilişkili 21 genin yapısında bir değişiklik, artış ve bu genlerin üçte birinin de fonksiyonunda değişiklik gözlendi. Çalışma, genlerimizin vücuttan veya çevreden aldıkları sinyallere yapı ve fonksiyon değişikliği ile yanıt verdiğine işaret ediyor. Bu yanıtlar, diyabet ve obezitenin tedavisinde klinik olarak önem taşıyabilecek bu toplantımızda da değerlendirildi" diye konuştu. Prof. Yıldız Türk insanının da hareketli yaşam konusunda sınıfta kaldığını ve yüzde 75-80'inin neredeyse hiç hareket etmeden ve egzersiz yapmadan yaşadığını belirtti.<br />
<br />
<b>HASTALIK YOK HASTA VAR</b><br />
<br />
Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Endokrinoloji Metabolizma ve Diyabet Bölümü Öğretim Üyesi Prof.<br />
<br />
Dr. Sadi Gündoğdu, kolesterolün vücutta olması gerektiğini ama yine de yüksek kolesterolden korkulması gerektiğinin altını çizdi: "Kolesterol faydalı deniyor. Elbette ki vücudun buna ihtiyacı var. Özellikle de iyi kolesterole ve bu iyi kolesterol sadece egzersizle ve Akdeniz tipi beslenmeyle arttırılabiliyor. Ama örneğin bir diyabet hastası mutlaka kolesterolünü bir değerin altında tutmak zorunda. Bu yüzden genele değil kişiye özel tavsiyeler, tedaviler uygulanmalı. Bizim için hastalık yoktur, hasta vardır." <br />
<br />
Türkiye'de obeziteye de değinen Prof. Dr. Gündoğdu: Hormonların değişik doku ve organlara taşıdıkları mesajlar aracılığıyla endokrin sistemin metabolizma, üreme,<br />
büyüme, uyku, strese yönelik vücudun tüm işleyişini kontrol ettiğini açıkladı. Gündoğdu, obezite, diyabet, kemik erimesi, metabolizma gibi birçok hastalığın da temelinde endokrinin bulunduğunu kaydetti.<br />
<br />
<b>16 ÜLKEDEN KATILIM OLDU</b><br />
<br />
16 ülkede 456 endokrinoloğun katıldığı ve Antalya'da düzenlenen Endobridge toplantısın Ukrayna, Rusya, Azerbeycan, Litvanya, Estonya, Balkan ülkeleri, Ürdün, Yemen, Filistin, İran ve Körfez ülkelerinden uzmanlar katıldı. (Hürriyet)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-6354546178701511322013-11-01T13:25:00.001+00:002013-11-01T13:25:14.870+00:00Diş fırçalarına yeni standart<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidZnbGTLu9gprS9JtuacBG9A3UBEtP7C7vv5NAl5mnuqk8nPpe8exjGlg39exgtn42lDoPy-EFNJGXRqAlnciKVYfwj1LEohiJR-TWcgiIiJQ6fDWRJ3rBEqOehjzJj_dAg0qePHtnQGgF/s320/a.jpg" /></a>Ağız temizliğinde elle kullanılan diş fırçaları, elektrikle/pille çalışan diş fırçalarının fırça başlıkları ve arayüz fırçalarının etiketlerinde, ürünlerin satış için sergilenmesinde ve reklamlarında kullanılan metin, isimler, ticari marka, resim, figüratif desenler veya diğer şekiller, ürünlerin gerçekte sahip olmadıkları nitelikler varmış gibi kullanılamayacak ve bu yönde imada bulunulamayacak.<br />
<br />
Gümrük ve Ticaret Bakanlığından, "Ağız Temizliğinde Elle Kullanılan Diş Fırçaları, Elektrikle/Pille Çalışan Diş Fırçalarının Fırça Başlıkları ve Arayüz Fırçalarının Üretimi, İthalatı, Piyasa Gözetimi ve Denetimi ile Bildirim Esaslarına Dair Tebliğ" Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanarak, yürürlüğe girdi.<br />
<br />
Tebliğle, ağız temizliğinde elle kullanılan diş fırçaları, elektrikle/pille çalışan diş fırçalarının fırça başlıkları ve arayüz fırçalarının insan sağlığına ve çevreye zarar vermesini engellemeye ilişkin, topluma güvenli ve kaliteli şekilde ulaşmasını teminen piyasaya arz edilmeden önce Gümrük ve Ticaret Bakanlığına yapılacak bildirimin usul ve esasları ile ürüne ait teknik dosyada bulunacak bilgi ve belgeleri ve bu ürünlerin piyasa gözetimi ve denetiminin esasları belirleniyor. Tebliğ, ağız temizliğinde elle kullanılan diş fırçaları, elektrikle/pille çalışan diş fırçalarının fırça başlıkları ve arayüz fırçalarının üreticilerinin uyacakları usul ve esasları kapsıyor.<br />
<br />
<b>YASAKLI MADDELER FIRÇALARDA KULLANILAMAYACAK</b><br />
<br />
Tebliğe göre, ilgili yönetmeliklerle yasaklanmış olan maddeler, ağız temizliğinde elle kullanılan diş fırçaları, elektrikle/pille çalışan diş fırçalarının fırça başlıkları ve arayüz fırçalarının üretiminde kullanılamayacak. Ağız temizliğinde elle kullanılan diş fırçaları, elektrikle/pille çalışan diş fırçalarının fırça başlıkları ve arayüz fırçalarında kullanılan boyalar, Türk Gıda Kodeksine ilişkin mevzuata uygun olacak.<br />
<br />
Ağız temizliğinde elle kullanılan diş fırçaları, elektrikle/pille çalışan diş fırçalarının fırça başlıkları ve arayüz fırçaları, bilimsel gelişmeler doğrultusunda tespit edilen, kullanımına müsaade edilmeyen çevre ve insan sağlığına zararlı maddeleri içeremeyecek.<br />
<br />
<b>TÜKETİCİYE YÖNELİK UYARILAR TÜRKÇE YAZILACAK</b><br />
<br />
Ağız temizliğinde elle kullanılan diş fırçaları, elektrikle/pille çalışan diş fırçalarının fırça başlıkları ve arayüz fırçalarının üreticileri Bakanlığa bildirimde bulunmak zorunda olacak. İthalat sırasında, gümrük idarelerince bu bildirimlere ilişkin herhangi bir belge aranmayacak.<br />
<br />
Etiket tanıtma ve kullanma klavuzunda, tüketiciye yönelik uyarılar Türkçe yazılacak. Etiketlerde, ürünlerin satış için sergilenmesinde ve reklamlarında kullanılan metin, isimler, ticari marka, resim, figüratif desenler veya diğer şekiller, ürünlerin gerçekte sahip olmadıkları nitelikler varmış gibi kullanılamayacak ve bu yönde imada bulunulamayacak.<br />
<br />
Etiketlerde ürünün antimikrobiyal etkiye veya dezenfektan etkisine sahip olduğunu belirten ifadeler yer almayacak.<br />
<br />
Ağız temizliğinde elle kullanılan diş fırçaları, elektrikle/pille çalışan diş fırçalarının fırça başlıkları ve arayüz fırçaları, Bakanlığa bildirimde bulunmadan piyasaya arz edilemeyecek.<br />
<br />
Tebliğde belirtilen kurallara aykırı üretim ve satış ile basın, yayın, broşür dağıtma gibi yollarla tüketicileri yanıltıcı reklam ve herhangi bir şekilde aslına uygun olmayan tanıtım yapılamayacak.<br />
<br />
<b>BOYA VE KULLANILAN PLASTİK GIDA KODEKSİNE UYGUN OLACAK</b><br />
<br />
Bu Tebliğde belirtilen hükümlere aykırı davranan veya faaliyet gösterenler hakkında "Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun" ile "Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun" ve ilgili diğer mevzuat hükümleri uygulanacak.<br />
<br />
Tebliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce sağlık bakanlığı ya da Türkiye Halk Sağlığı Kurumunca yapılan iş ve tesis edilen işlemler geçerli olacak.<br />
<br />
Tebliğde, ayrıca üretim yerine ilişkin nitelikler de belirlendi. (Hürriyet)<br />
<br />
Ürünlerin teknik dosyasında bulunması gerekenler kapsamında da ağız temizliğinde elle kullanılan diş fırçaları, elektrikle/pille çalışan diş fırçalarının fırça başlıkları ve arayüzfırçalarının gövde ve kıllarının üretiminde kullanılan kimyasal maddelere dair toksik özellik içermediğine ve ağız içerisinde kullanılabileceğine dair rapor belirtilecek.<br />
<br />
Boya ve kullanılan plastiğin ilgili gıda kodeksine uygun olduğuna dair rapor bulunacak.<br />
<br />
Fırçanın kıl uçları son işlem muayenesindekıl demetinin en az yüzde 90'ının yuvarlatılmış olduğu belgelenecek.Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-36596213665381345432013-11-01T13:21:00.004+00:002013-11-01T13:21:59.714+00:00Sessiz hırsız kemik erimesi<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiC9yQqvHafbQqDBeIHdSB5ZJKCf1kGsO-xxUHsfqaVSzFXlsZjApkfpK9hmSXqNWxdSEAJoeAA8TLA4tAr17Jl2o5Yo-tOUrCaZm_OSmFRnEPnDYN06a2v8E9bXbTlLVthccztmQC3tnTA/s320/a.jpg" /></a>Liv Hospital Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Alpaslan Şenköylü, kemik erimesi (osteoporoz) hastalığının, kırık oluşturmadığı sürece belirti vermediğini, bilinen aksine de ağrı yapmayarak, sessiz bir hırsız gibi kemikleri zayıflattığıni bildirdi.<br />
<br />
Şenköylü, yazılı açıklamasında, kemik erimesinin, dual enerji X-ışını absorptiometrisi testi taramasıyla ortaya çıktığını belirterek, ileri yaş, düşük kadınlık hormon seviyesi, ailede kemik erimesi bulunması, sigara, yüksek düzeyde alkol kullanımı, D vitamin eksikliği, kötü beslenme, düşük vücut ağırlığı ve fosforik asit içeren içeceklerin hastalık açısından yüksek risk içerdiğini kaydetti.<br />
<br />
<b>KIRIK OLUŞMADIĞI SÜRECE BELİRTİ VERMİYOR</b> <br />
<br />
Kemik erimesinin kırık oluşturmadığı sürece belirti vermediğini, bilenenin aksine osteoporozun ağrı yapmadığını ve sessiz bir hırsız gibi kemikleri zayıflattığını kaydeden Şenköylü, kemik erimesine bağlı kırıkların en çok omurgada görüldüğünü anlattı.<br />
<br />
Şenköylü, "Kemikleri zayıflatan bu sorun nedeniyle basit travmalarda bile omurlar kırılabilir. İleri durumlarda hasta hapşırınca omurgası kırılabilir. Hastalarda en sık ortaya çıkan şikayet, sırt ya da bel ağrısıdır. Kırıklar sonucunda oluşan bu ağrılar, hastaların günlük yaşam kalitelerini oldukça etkileyebilir. Bazen çökme kırıkları sonucu olan ağrı, hastayı çok rahatsız etmez ama sırtta kamburluk oluşabilir" bilgisini verdi.<br />
<br />
<b>KIRIKTAN SONRA HASTA HEMEN AYAĞA KALKMALI</b><br />
<br />
Kemik erimesine bağlı kırıkların tedavisi hakkında da önerilerde bulunan Şenköylü, şöyle devam etti:<br />
<br />
"Öncelikle ilaç tedavisi uygulanmalıdır. Çünkü bir kez kemik erimesine bağlı kırık geçiren kişinin ikinci kez kırık geçirme riski yüzde 40'tır. Bu nedenle kemik erimesinin sistemik tedavisi büyük önem taşır. Özellikle ileri yaştaki hastalarda hemen ayağa kaldırıp yürütmek, yatmaktan kaynaklanabilecek akciğer iltihabı, akciğere pıhtı atması gibi sorunların önlenmesi için önemlidir. O nedenle bu tip hastalarda vertebroplasti adı verilen ve kemik çimentosuyla kırık hattının sağlamlaştırıldığı ameliyat uygulanır. Bu ameliyat kapalı yöntemle yapılır ve hastaya genel anestezi vermeksizin lokal anestezi yöntemiyle uygulanabilir. Bu sayede genel anesteziye bağlı komplikasyonlardan kaçınılmış olur. Bu girişimin ertesi gününde hasta ayağa kaldırılıp yürütülebilir." (Hürriyet)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-1738834930687300292013-11-01T13:20:00.000+00:002013-11-01T13:20:17.253+00:00Gözünü seven yesin<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9zrh0jHPnVz5O9XplLq-pHlVng_4RmyOcgNpQYZJKo3ZfRHmUJz6fWnCH0p6LNuvn-c2OWQKJVBN2SQK6vmJh62EH3x2ZJ9Y9-uiUIEM3uiHcLuj-b4BkZfDYpi4qB4pl0M9hbRSnKtm_/s320/a.jpg" /></a>Uzmanlar uyarıyor: Gözlerini seven A vitaminin ve Omega 3'ü eksik etmesin.<br />
<br />
Yani A vitamini için bol bol havuç, Omega 3 için bol bol balık yiyin. Ayrıca yumurtanın sarısı ve haşlanmış mısır “sarı leke hastalığı”na, C vitamini takviyesi ise “katarakt” oluşumuna karşı savaş açıyor.<br />
<br />
<b>A VE C VİTAMİNİNİ İHMAL ETMEYİN</b><br />
<br />
Yaşlılığa bağlı göz hastalıklarından en iyi korunma yolu yine beslenme önerilerine dikkat etmek. Uzmanlar, başta omega 3’ten zengin balıkların yanı sıra A ve C vitamininden zengin gıdalar tüketmek gerektiğini söylüyor. Balıklardan sardalya, hamsi ve somon tüketiminin düzenli yapılması, sağlıklı bir göz için önem taşıyor.<br />
<br />
<b>55'İ GEÇEN SARI LEKE HASTALIĞINA DİKKAT ETSİN</b><br />
<br />
VeniVidi Göz Hastanesi'nden Medikal Koordinatörü Op. Dr. Ertan Sunay, özellikle 55 yaş üzerindeki kişilerde sarı leke hastalığı riskinin çok daha yüksek olduğuna dikkat çekerek kış aylarında Omega 3’ten zengin sardalya, hamsi ve somon balıklarının tüketilmesini tavsiye ediyor.<br />
<br />
Dr. Ertan Sunay, özellikle görme kaybına neden olabilen sarı leke hastalığına karşı yumurta sarısı ve haşlanmış mısır tüketmenin hastalığı önleyici etkisi bulunduğunu belirtiyor. Yapılan araştırmaların yumurta sarısı ve mısırda lutein maddesinin bol bulunduğunu, bunun da sarı leke hastalığını önleyici etkisi olduğunu vurgulayan Dr. Ertan Sunay, “Yumurta sarısı ve haşlanmış mısır tüketimi ile lutein ve özellikle sardalya, hamsi ve somon balıklarıyla da omega-3 alınmalı. Bu iki molekül, yaşlanmayla birlikte sık görülen sarı leke hastalığına karşı koruyucudur. Sarı leke hastalığı oldukça risklidir. Hastalık, kişinin görme kaybı yaşamasına kadar varabilir. Bu yüzden bu besinleri sürekli ve düzenli tüketmekte büyük yarar var. Bu konuda yapabileceğiniz önemli bir başka şey de, asla sigara içmemek. Sigara içilmesiyle, sarı leke hastalığının tetiklendiğini biliyoruz” dedi.<br />
<br />
<b>SİGARA KULLANANLAR RİSK GRUBUNDA</b><br />
<br />
C vitamininin katarakta engel olduğu, en azından yavaşlattığı varsayımlarının yeniden gündeme geldiğini belirten Dr. Ertan Sunay, kataraktı oluşturan mekanizmanın, göz içindeki lenste C vitamini molekülü olan askorbik asitin azalmasıyla başladığının altını çiziyor. C vitamini alırken özen gösterilmesi gerektiğini belirten Dr.S unay, “C vitamini yağ dokusunda birikmediği için vücutta depolanamıyor, bu nedenle sürekli ve düzenli almak gerekiyor. Ancak, günde 1 gramdan fazla alınan C vitamini fayda yerine zarar verebilir. Çünkü, 1 gramdan fazla alınan C vitamini böbrek taşı riskini doğurur. Hastaların bu konuda bilinçli davranması gerekir” diye konuştu. Sigara içenlerde vücuttaki C vitamininin azaldığına dikkat çeken Dr. Sunay, bu nedenle sigara içenlerde katarakt riskinin yükseldiğini gösteren çalışmalar olduğunu da sözlerine ekledi. (Hürriyet)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-8541093691265910992013-11-01T01:13:00.002+00:002013-11-01T01:13:43.719+00:00Kalp için tereyağı mı margarin mi daha iyi?<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEis4b0t_dlgJ1XY5BuyzCF79XeaEcC1apWYEId0iSEIoIL_EiLWEeKTXgcX25zwi810k1EXTkCUna6tjGH7Iynoe4wAsINWW1kUWi8uQPK_SUmlmOhhAeYgSenHrIkK3gmi50p6xd-oYROw/s320/a.jpg" /></a>Margarinle tereyağı arasında karar vermeniz için yardımcı bilgiler.<br />
<br />
Margarin, iş kalp sağlığına geldiğinde genelde tereyağından üsttedir.<br />
<br />
Margarin sebze yağlarından yapılır, o yüzden kolesterol içermez. Margarin, tereyağına kıyasla “iyi”, yani çoklu doymamış ve tekli doymamış yağlar yönünden de yüksektir. Bu yağ türleri, doymuş yağların yerine kullanıldığında düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL), başka deyişle “kötü” kolesterolün düşürmeye yardımcı olur.<br />
<br />
Diğer yandan, tereyağı hayvan yağından yapılır, o yüzden yüksek düzeyde doymuş yağ içerir.<br />
<br />
Ama bütün margarinler aynı değildir. Bazı margarinler trans yağ içerir. Genelde, margarin ne kadar katıysa o kadar trans yağ içerir. O yüzden çubuk margarinler yayık margarinlerden daha fazla trans yağ içerir. Trans yağ, doymuş yağ gibi, kan kolesterol düzeylerini ve kalp hastalığı riskini artırır. Ek olarak, trans yağ yüksek yoğunluklu lipoprotein (LDL), başka deyişle “iyi” kolesterol düzeylerini düşürür. O yüzden çubuk margarinleri geçip yumuşak veya sıvı margarin kullanın.<br />
<br />
Tadı en hoşunuza giden, trans yağları olmayan ve en az doymuş yağ miktarına sahip, en düşük kalorili çeşidi seçin.<br />
Yüksek kolesterolünüz varsa doktorunuzla bitki stanolleri ve sterolleriyle güçlendirilmiş çeşitler kolesterol seviyelerini düşürmeye yardımcı olabilir. (Milliyet)Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9067174060435075926.post-62286436235839896572013-11-01T01:11:00.000+00:002013-11-01T01:11:27.053+00:00Kilo almak için tüyolar<a href="#" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7agNyaEbfJ0UACIl29nGhD5FVlszZ_pmNPZ3SmNh64sUBwAODjV_Kq6SJABfjhV6Wm5zsibo2kheyOFYVOK6jNvXG8zBoeMpmJm5O8sTunnlA9ZZDCZ0guyME1L2353DWPguALtGLJUvi/s320/a.jpg" /></a>Birçok danışanım gözlerini kocaman açarak hayretle sorar; gerçekten kilo almak için gelen var mı? diye.<br />
<br />
Birçok danışanım gözlerini kocaman açarak hayretle sorar; ‘gerçekten kilo almak için gelen var mı?’ diye. Evet, toplumda şişmanların sayısı zayıflardan fazla ama kilo alamadığı için başvuran hastalarım da var. Bekleme salonunda karşılaştıklarında ‘ bunun ne işi var burada ‘ diyen gözlerle bakarlar birbirlerine. O onu, o onu kıskanır.<br />
<br />
Ve evet ben de sayfamda daha çok zayıflama üzerine başarı öyküleri, makaleler paylaşırım. Ama bu sefer kilo almaya çalışıp alamayan danışanlarım, takipçilerim için kilo almanın püf noktalarını paylaşacağım.<br />
<br />
<b>Kilo alamamanın birkaç sebebi olabilir:</b><br />
<br />
1.Genetik olarak metabolizması hızlı çalışan grupta olabilirsiniz. Herhangi bir sağlık sorununuz yoktur, sadece harcadığınız enerji aldığınızdan fazladır. Tek yapılması gereken kalorili besinleri arttırmaktır.<br />
<br />
2.Sigara içiyorsanız bu durum besinlerin gerçek kokusunu ve tadını algılamanıza mani olarak iştahını baskılar. Ayrıca sigara metabolizmanızı hızlandırdığı için aldığınız harcadığınızı karşılamıyordur. Yapılması gereken; sigarayı bırakmak.<br />
<br />
3.Bağırsaklarınızda parazit vardır ve tükettiğiniz besinleri sizinle paylaşır. Gaita (dışkı) testi ile bağırsaklarda parazit olup olmadığı test edilebilir. Bunun için bir gastroenterolog ile görüşmelisiniz.<br />
<br />
4.Bir diğer sebep hormonal nedenlere bağlı olarak kilo alamama durumunuz vardır. Tiroit hormonları ve böbreküstü bezlerinin çalışma durumu bu soruna yol açabilir.<br />
<br />
5.Yaşanılan bir stres, üzüntü, travma ile iştah kapanmıştır. Sorun psikolojiktir.<br />
<br />
Eğer zayıfsanız ve kilo almak istiyorsanız; ilk yapmanız gereken bir dahiliye hekimine başvurmak ve gerekli tetkikleri yaptırmaktır. Sebep bir sağlık sorunu kaynaklı ise istediğiniz kadar yiyin kilo alamazsınız. Mutlaka önce bir sorun olmadığından emin olmak gerekir. Ondan sonra diyetisyene tahliller ile başvurulmalıdır.<br />
<br />
Şişmanlık kadar aşırı zayıflıkta birçok sağlık sorununu beraberinde getirir. Sağlıklı kilo demek vücut kütle indeksiniz 18-25 arasında olması demektir.<br />
<br />
<b>Kilo almak için altın tüyolar;</b><br />
<br />
1.Asla öğün atlanmayın, günde 6 -9 öğün beslenilmeye çalışın. Aşırı zayıf kişilerin temel sorunu hemen doymalarıdır. Bu yüzden gerekirse 1 saatte 1 küçük ama kalorili şeyler tüketin.<br />
<br />
2.Yemeklerinizi ne çok hızlı ne de çok yavaş bir şekilde yiyin.<br />
<br />
3.Yemek öncesi su içmek iştahınızı kapatır. Kilo vermeye çalışanlara nasıl yemek öncesi büyük bir bardak su için iştahınız kapanır diyorsak sizde tam tersi durum söz konusudur.<br />
<br />
4.Yemeklerde çiğ sebzeleri, salataları aşırı büyük porsiyonlarda yemeyin. Hem kalorisi düşük olduğu için hem de liften dolayı çabuk doygunluk sağladıkları için iştahınızın hemen kapanmasına yol açabilirler.<br />
<br />
5.Yemeklerinizin yanına 1 su bardağı kadar taze sıkılmış meyve suyu ilave edin. Meyve suyuna 1 yemek kaşığı kadar pekmez ilave edip iyice karıştırın. Böyle 150 kalorilik bir meyve suyu yerine 250 kalorilik bir meyve suyu içmiş olursunuz.<br />
<br />
6.Yağlı tohumların ve kuru meyveleri kalorisi çok yüksektir. Ara öğünde arasına ceviz sıkıştırılmış kuru incirler hem sağlıklı hem de kalori bombaları olacaktır.<br />
<br />
7.Şeker ve şekerli gıdaların kalorisi çok yüksektir. Günde en az 1 öğününüz mutlaka sütlü tatlı olsun. Ama bu sütlü tatlıyı şöyle hazırlamanızı öneririm; 1 kase sütlaç üzerine bol dövülmüş fıstık serpin.<br />
<br />
8.Muz ve üzüm en kalorili meyvelerdir. Akşam yemek sonrası 1 orta boy muzu dilimleyin. Üzerine bolca bal dökün. Onun üzerine bolca dövülmüş ceviz ya da fındık ve biraz tarçın. Bunu mutlaka denemelisiniz.<br />
<br />
9.Süt ve ürünlerini bol tüketin. Ama mutlaka zenginleştirerek tüketin. Örneğin bir bardak süt içmek yerine içine 1-2 yemek kaşığı bal ilave edilmiş bir süt ekstra 100 -150 kalori almanızı sağlar.<br />
<br />
10.Yağların kalorisi çok yüksektir. Küçük bir kase salataya bol zeytinyağı dökün ve yemeklerdeki yağ miktarınızı kontrollü bir şekilde arttırın.<br />
<br />
11.Özellikle yatmadan yenen yemek daha çok yarar. Örneğin yatmadan önce bol ballı bir süt ve yanına 1 avuç kuruyemiş size kalori olarak geri dönecektir.<br />
<br />
12.Eğer bunları yapmanıza rağmen daha fazla zorlayamıyorsanız uzman kontrolünde kilo alımınıza yardımcı olacak desteklerden yardım alın. Eczanede satılan Ensure tarzı içecekler ve GNC weight gainer en sağlıklı seçeneklerdir.<br />
<br />
13.Düzenli olarak balık yağı ve multivitamin kullanın. (Milliyet)Unknownnoreply@blogger.com